Yükseköğretim: Temel Prensipler

Son Güncelleme:

Ülkemizde yükseköğretim şu küresel temel prensipler üzerine bina edilmeli, sisteminin tüm alt bileşenleri (yapı taşları) bu genel prensiplerin ışığında geliştirilmelidir:

 

  1. Yükseköğretimde çeşitlilik birinci önceliktir. Tüm üniversitelerin merkezi ve “tek tip” bir düzenlemeyle yönetilmesi anlayışına son vermek, “adem-i merkeziyetçi” bir uygulamaya geçmek, çeşitliliği teşvik etmek, kurumların kimliklerini oluşturmalarına destek olmak üzere düzenlemeler yapılır. Kitle eğitiminin giderek çeşitlendirdiği öğrenci profiline muhatap olmak ve bunun yarattığı öğrenci taleplerini karşılamak, piyasa ihtiyacına cevap vermek ve istihdamı arttırmak gibi nedenler tüm dünyada yükseköğretimin çeşitliliğini vazgeçilmez kılmaktadır. Paydaş taleplerin çok farklı içerikleri yanısıra, kurumlara imkan, kabiliyet ve tercihleri yönünde ilerlemeleri fırsatını verme gereksinimi, uluslararası rekabetin zorladığı kaynakların konsantre ve etkili kullanılma gereksinimi bulunmaktadır. Çeşitlilik, teknolojik gelişme, inovasyon ve daha genelde “orta gelir tuzağını” aşmakta önemli katkılar yapacak anahtar kavramdır.

 

Üniversitelerin farklılaşmaya değil, birbirine benzemeye doğru hareket ettikleri genel bir gözlemdir. Prestijli, başarılı üniversiteleri taklit etmek, onları örnek almak yoluyla daha homojen bir yapının oluşması sıralamalar ile de desteklenmektedir. Dolayısıyla çeşitliliğe gidebilmek için üniversitelere karışmamak yetmez, onları farklılaşmaya cesaretlendirmek, sistemi farklılaşanlar için daha kolay hale getirmek gerekir. Yükseköğretim kanununun her üniversiteyi bağlayıcı yapısından vazgeçip, genel çerçeveyi çizmesi ile yetinmek, üniversitelerin kendi ana yönetmeliğini (statute/charter) hazırlayarak kendi yapısını/ sistemini tanımlaması/ geliştirmesi tercih edilmelidir.

 

Çeşitlilik düzensizlik değildir; bunu sağlayacak mekanizmalar, kalite göstergeleri, süreçler geliştirilmelidir. Hem çeşitlilik imkanları hem de koşulları şeffaf ve her kuruma açık olmalı; tercih eden ve sağlayabilen bu imkanları kullanabilmelidir. Bu koşulların sık sık ve radikal biçimde değişmemesi, ancak zamana yayılan iyileştirmelerle evrilmesi sağlanmalıdır. Süreklilik, güven, kararlılık hususlarına, ayrıca çeşitliliğin gizlilik yaratmaması, yani farklılıkların takip edilemez, anlaşılmaz, karşılaştırılamaz, kontrolsüz-sonsuz değişiklikler olarak gelişmesinin önüne geçilmesine azami dikkat gösterilmelidir.

 

  1. Kurumsal özerklik ve hesap verme/şeffaflık ikinci öncelikli prensiptir. Yükseköğretim kurumlarına “yetişkin” muamelesi yapmak; her türlü hareket kabiliyetini vermek, ama sonuçlarından sorumlu tutmak üzere düzenlemeler yapılır. Kurumsal özerklik, yükseköğretim kurumlarının kendi politika ve önceliklerini belirleyerek, kendi tercihleri doğrultusunda gelişmeleridir; akademik yapı ve ders içeriği, akademik personel işe alma ve çıkarma, maaşları saptama, öğrenci sayılarını saptama, öğrenci ücretlerini saptama, hedeflere göre bütçe harcaması, faaliyetlerin ticarileştirilmesi, gelir getirici faaliyetler düzenleme serbestliği, iç yönetişim yapılarını kurma, karar verme süreçlerini düzenleme serbestliği, bina, arsa mülkiyeti, borç, kredi alma özerkliği gibi hususları içerir.

 

Uygulamanın “nasıl” olacağına dair özerklik daha çok araçların seçimi konusundadır. “Sürece ait özerklik-Procedural autonomy” adı verilen bu özerklik derecesi kısıtlı esneklik içerir ve yeni ve kendini ispat etme fırsatı bulamamış kurumlar için düşünülmelidir. “Kapsamlı özerklik-Substantive autonomy” adı verilen ikinci grup hedef saptama, politikalar geliştirmeyi, stratejiler oluşturma ve uygulamayı da içerir ve “ne olmak istendiği” sorusunu cevaplar mahiyettedir. Yetişkin konumdaki kurumların bu özerklik derecesi tıpatıp aynı olmak durumunda değildir, farklı özerklik maddelerini içerebilir. Arsa mülkiyeti ayrıcalığı, örneğin, gelişmişlik düzeyinden çok kamu-özel farkında yatabilir. Kurumsal özerklik ve çeşitlilik kavramları bir yerde içiçe geçmektedir.

 

Özerkliğin konuşulduğu her ortamda hesap verme beraberinde gündeme gelmektedir. Hatta hesap verme mekanizmalarının bulunması ve etkin çalışması özerkliğin bir yerde sigortası olmaktadır. Kurumlar tüm faaliyetlerinin hesabını kamuya ve paydaşlarına ilave sorgu sual olmaksızın verecek yapı ve süreçleri geliştirmek durumundadır. Hesabı verilecek faaliyetler,

malî yapı ve bütçe, eğitim faaliyetleri ve etkinliği (öğrenme çıktıları ve öğrenci yükleri çerçevesinde), araştırma kalitesi, topluma hizmet faaliyetleri, kurumsal dinamizm ve sosyal duyarlılık, sürekli iyileşmeyi yöneten organizasyonun başarısı gibi hususları kapsamalıdır.

 

Hesap sadece dışarıya (kamuoyu, dış paydaşlar,vb) değil, kurum içindeki makamlara da verilmek durumundadır. Hesap verme kavramı ve böyle bir sistemin varlığı atama ile oluşturulan yönetim/yönetişim sisteminin de vazgeçilmez unsurudur. Atamayı keyfilikten çıkaran hesap verme zorunluluğudur.

 

Hesap verme ve şeffaflık tüm kurumları kapsayan, yapılmasında zorunluluk olan ama emredici bir uslüpten çok piyasa mekanizması ile zorlayan, uymayanı dolaylı olarak yönlendiren bir karakterde olmalıdır. Bu yönlendirme desteklere ve muafiyetlere başvuru
koşullari veya özerklik ve/veya çeşitlilik koşullari olarak düzenlenebilir. Merkezi güç, hesap verme ve şeffaflığın kontrolünden çok, kurallarını ve yol haritasını, zamanlamasını saptamaya, kamuoyunu uyarmaya odaklanmalıdır. Sağlıklı yapı olan devlet-piyasa-akademi dengesinin oluşması hedeflenmelidir. Kurumların gelişmişlik ve hesap verebilirlik becerileri oranında yetki ve sorumlulukları düzenlenebilmelidir.

 

  1. Yükseköğretimde üçüncü öncelik bilimsel ve akademik özgürlükleri genişletmektir. Akademik özgürlük, tek tek bireylere sağlanan hakların bütünüdür. Bir akademisyenin kendi araştırmasını, tabii ki etik kurallara uyarak, özgürce yürütebilmesi, kendi alanında geliştirdiği fikir ve tezleri kısıtlanmadan ifade edebilmesi gerekir.

 

Bilimin her alanında ilerleme, daha doğruyu ve daha yeniyi bulma, ancak akademik ortamda araştırma sonuçlarının açıklanmasıyla, yeni fikirlerin ve farklı bakış açılarının tartışılmasıyla sağlanır. Kuşkusuz bu tartışmalar, her alanda farklı biçimde ortaya çıkacaktır.

 

Bazı yeni fikirler ilk başta bir çoğumuza ters, hatta bazılarımıza incitici gelebilir; bilim tarihi böyle örneklerle doludur. Ancak bir konunun herhangi bir nedenle bilimsel platformda tartışılmasını sakıncalı bulmak, bazı alanları “tabu”  ilan etmek veya bu alanda resmî bir doktrinden farklı görüşlerin tartışılmasına engel olmak,  o alanı veya sorunu bilimin dışına itmek demektir. Bu tür davranışlar sadece üniversite çevresiyle sınırlı biçimde akademik özgürlüğün zedelenmesine yol açmakla kalmaz, giderek toplumun bütününe yansıyarak  en önemli meseleler karşısında bile düşünce tembeli, yani sorgulamayan ve daha iyiyi aramayan, dolayısıyla ilerleyemeyen bir toplum yapısına neden olur.

 

Her özgürlük gibi, akademik özgürlük de akademisyenlere beraberinde bazı sorumluluklar yükler. Bir akademisyen kendi bilimsel görüşlerini özgürce açıklarken farklı görüşleri de saygıyla karşılamayı ve tartışmayı bilmeli, derslerinde öğrencilere kendi görüşünden farklı görüşler bulunduğunu belirtmeyi asla ihmal etmemelidir. Akademik özgürlük,  eğitimde ve araştırmada işbirliği yapmaya engel olmamalıdır.Üniversitenin esas görevi yeni düşünce ve bilgi üretmek, bu düşünce ve bilgileri özgürce tartışmaktır.

 

  1. Girdi kontrolü yanında çıktı kontrolünü vurgulamak; performans değerlendirmesi üzerinde ısrarla durmak, yarışmacı bir ortam yaratmak dördüncü öncelikli prensiptir. Tek tek girdileri kontrol etmek hatta optimize etmek sonuc olarak elde edilen bileşkenin en iyisi olmasını sağlamamaktadır. Mevcut sistemdeki girdi kontrollerinin yanında çıktı ve süreç kontrollerini yerleştirecek bir sistem tasarımı öngörülmelidir. Girdi kontrolleri hem etkin olamamaktadır, hem de yaratıcılığı öldürmektedir. Sonucu veya performansı değerlendirmek, tek tek girdileri kontrol etmek kadar kolay değildir ancak bu yönde yeni açılımlara fırsat verilmelidir. Performans değerlendirme kriterlerinin merkezi olmaktan çok çeşitliliğin doğasına uygun, ama mutlaka şeffaf olması üzerinde durulmalıdır.

 

Yönetişim sisteminin tekrardan tasarlanarak karar vericilerin stratejik düşünme ve hareket etmelerinin sağlanması yerinde olacaktır. Bu rekabet kabiliyetidir. Korumacılığı azaltıp, rekabet ile kalite ve çeşitliliği artırmak üzere bir dizi teşvik-mekanizma düşünülmesi, geliştirilmesi öngörülmelidir. Hem öğrenci hem öğretim üyesi hem de kurumsal düzeyde (bölüm, fakülte, üniversite düzeyinde) rekabetin yaratılması yenilenmenin ve gelişmenin motoru olmalıdır.

 

  1. Yükseköğretimin finansmanı modelini revize etmek, çok kaynaklı gelir yapısını kurumsallaştırmak ve mali esneklik sağlamak beşinci öncelikli prensiptir. Yükseköğretim kurumlarının tek veya sınırlı sayıda mali desteğe bağımlı olmaması amir hususlardan biridir. Bütçesini tek kaynaktan alan kurumun bağımlılığı akademik duruşunu aşındırabilir, rekabet gücünü düşürebilir. Finansal esneklik, çok kaynaklı gelir yapısı ve tüm gelirlerin tek muhasebe sistemine dahil edilmesi kurgulanacak sistemin temel ögelerinden biri olmalıdır. Kamu kaynaklarından aktarılan desteğin daha seçici ve hedeflere ulaşma aracı olarak kullanılması hedeflenmelidir.

 

Buna paralel olarak finansman ihtiyacının, maliyetin paylaşılması yoluyla daha fazla hizmeti kullanan bireylerden karşılanması ve öğrenim ücreti veya benzeri harcamaları karşılayacak imkan (başarılılara ve ihtiyacı olana burs, isteyene kredi) öğrencilere sağlanmalıdır. Burs ve kredi imkanı oluşturulmadan maliyetin paylaşılması yoluna gidilmemelidir.

 

Maliyetin paylaşıldığı yükseköğretim sisteminin yararları :

  1. Sosyal adaleti ve yükseköğretimde fırsat eşitliğini sağlar: Kredi fonu, isteyen her öğrenciye yeterli krediyi verebileceği için, sosyal dengeyi ve yükseköğretimde fırsat eşitliğini sağlayan önemli bir araç haline gelir.
  2. Eğitimin kalitesi yükselir: Öğretim harcamalarını öğrenciden aldıkları öğrenim ücretleriyle karşılamaya başlayan üniversiteler arasında, öğrenciye sunulan hizmet açısından bir rekabet doğacak, bu rekabet öğretimin kalitesini artıracaktır.
  3. Üniversitelere dinamizm gelir: Sistemin kendi kaynaklarıyla idame olmayı gerektiren dinamik yapısı sayesinde, üniversitelerimiz kendilerini iktisadi ve mali açıdan daha etkin yönetmek mecburiyetinde kalacaklardır.
  4. Kaynaklar daha rasyonel kullanılır: Genel bütçeden yükseköğretime ayrılan büyük kaynakların daha rasyonel kullanımı sağlanacaktır. Talebin çok olduğu alanlarda eğitim programları açılacak, talebin çok az olduğu alanlardaki programlar kapanacaktır.
  5. Üniversiteler daha çok öğrenci okutur: İşin doğası gereği, sistem daha çok öğrenciyi çekecek, böylece üniversite kapısındaki yığılma giderek azalacaktır.
  6. Üniversiteye gitmenin bir bedeli olduğundan üniversitelere talep azalacaktır. Meslek liseleri gibi daha hızlı ve daha az masraflı bir şekilde mesleğe hazırlayan alternatifler daha çekici hale gelecektir. Bu da üniversite kapısındaki yığılmayı azaltacak, Öğrenci seçme sınavının orta öğretimde yaptığı tahribat azalacaktır.
  7. Üniversiteler arasında daha iyi olma yarışı başlar: Öğrenciler daha iyi iş bulmalarına sebep olacak üniversitelere daha çok rağbet edecekler ve bu da daha çok öğrenci çekmek isteyen üniversitelerin kalitesini yükseltmesine sebep olacaktır.

 

 

Ülkemizde gelir dağılımı oldukça bozuktur.  Maliyetin paylaşıldığı yükseköğretim sistemine sosyal adaleti düzeltecek bazı tedbirler almadan geçilmesi şimdiki durumu daha da pekiştirecektir. Bu nedenle devletin desteğiyle çok kapsamlı bir öğrenci finansal destek sistemi kurulmalıdır.  Bu sistem karşılıksız tam ve kısmi devlet bursları yanında özel sektör ve bankacılık sisteminin katkılarıyla uzun vadeli, düşük faizli borçlandırma tedbirlerini de içermelidir.  Öğrenciler nerede okurlarsa okusunlar (devlet, vakıf ve özel üniversite) bu sistemden faydalanabilmelidirler.

 

Maliyetin paylaşılması konusunda  kurumların kendi programları için bir öğrenim ücreti tespit etmeleri ve Avustralya’daki gibi fiş (voucher) sistemi veya ABD’deki federal kredi tipi destek mekanizmaları düşünülmelidir. Öğrenci desteklerinin taşınabilir kılınması, farklı eğitimlere farklı maliyet çıkararak öğrencilerin üniversiteler arasında doğal bir rekabet ortamı yaratmaları ve  bunu destekleyecek mali güçlerinin sağlanması hedeflenmelidir. Başlangıçta katkı payları düşük tutularak sistemin gelişme aşamasındaki sorunlar giderilebilir.

 

Devlet, üniversiteye verdiği eğitim-öğretim ödeneklerini azaltmalı, ülke genelinde tespit edilecek sayıda öğrenciye öğrenim ücreti bursu tahsis etmeli, bu sayı dışında kalan ve mali sorunlar yaşayan öğrencilere uzun vadeli, düşük faizli yükseköğrenim kredisi vermelidir. Öğrenim ücreti bursu veya kredisi alan öğrenciler bunu okudukları üniversiteye aktarmalılar, alınan kredi ise mezuniyetten sonra üniversiteye veya krediyi veren kuruma geri ödenmelidir.

 

 

  1. İnsan kaynağını güçlendirmeyi önceliklendirmek ve görevlerde liyakatı esas almak altıncı öncelikli prensiptir. Yükseköğretimde genel kabul gören bir husus üniversitedeki en önemli unsurun iyi akademisyen/ araştırmacı kapasitesi olduğudur. Hem doktoralı öğretim üyesi yetiştirmek hem de mevcudun sürekli kendini geliştirmesi öne alınmalıdır. Ayrıca evrensel yarışmanın ve üniversite fonksiyonlarının çeşitlenmesinin gereği yeni akademik ve idari görev alanları ortaya çıkmıştır. İnsan kaynağından beklenen yetkinlikler artmış, uluslararası ölçütler devreye girmiştir.

Tüm atamalarda liyakat esas alınmalı; Liyakat tanımı tamamen akademik çerçevede temellendirilmeli ama yayın sayısı, atıf sayısı, alınan proje sayısı gibi sayısal değerlendirmelerle sınırlandırılmamalıdır.

 

Rektör görevlendirme sistemi ve üniversitelerin üst yönetimi öncelikle ele alınmalıdır. Önceki rektörün tersine hareket etmeyi marifet sayan ve süreksizlik yayan rektörler yerine kurum hedef ve kimliği ile barışık, sürekliliğe inanan, kurum temel politikalarına sahip çıkacak yöneticiler üretecek ve bu yöneticilerin hesap verebilme esaslarını düzenleyen bir sisteme ihtiyaç vardır. Üst yönetimin üniversitenin temel fonksiyonlarının sahipliğini üstlenmesi ve kalıcı kurumsal duruş tesisi özendirilmelidir. Buna destek verecek şekilde kararlara paydaş katılımı vurgulanmalıdır. Uzun bir arama sürecini etkin kullanan ve paydaşların görüşlerini de içeren bir sistemin geliştirilmesi gerekir.

 

Yükseköğretim kurumlarında yönetişim ilkeleri revize edilmelidir. Paydaş katılımı, görevlerin sahiplerine verilmesi (delegation), kararların mümkün olan en alt kademede alınması (principle of subsidiarity) ve hesap verme uygulamaları teşvik edilmeli; özellikle vakıf üniversitelerindeki görev gaspı (micro-management) önlenmelidir.

 

Doktoralı eleman yetiştirilmesi bütüncül bir yaklaşımla ve öncelikle ele alınmalıdır. Hem nicelik hem nitelik sorunları mevcuttur. İçten beslenmenin (inbreeding) olumsuz etkilerine ve düşük mezuniyet oranlarına yönelik önlemler geliştirilmelidir. Akademik kadronun yerelleşmesi engellenmelidir. Yerelleşme çeşitliliğin yok olması, tek tip, içine kapalı, yenilik ve rekabeti teşvik etmeyen yapıların oluşması gibi sonuçlar doğurabilmektedir.

 

  1. Yükseköğretim sistemi ve kurumlarını kapsayan iç ve dış kalite güvence sistemlerini etkin kullanmak yedinci öncelikli prensiptir. Yükseköğretimde kalite güvencesi ve iyileştirilmesi, hem sistem genelinde hem de kurumların iç düzenlemeleri itibarıyle, fevkalade önem kazanmıştır. Yükseköğretim üst kurullarından ve üniversitelerden bağımsız bir ulusal kalite ajansı (Yükseköğretim Kalite Kurulu) kurulmuştur ve çalışmaktadır. Bu merkezi otoritenin yükseköğretimde kalite güvencesini yaymak, yükseköğretim kuruluşlarının kalite güvence mekanizmalarını desteklemek, değerlendirmek, denetlemek, yükseköğretim kuruluşlarını ve/veya programlarını akredite etmek, değerlendirmek veya bunların yapılmasını sağlamak, kamuoyuna bilgi sunmak ve şeffaflığı sağlamak, uluslararası tanınma sağlamak, yükseköğretim sektörünün planlanmasına yardımcı olmak gibi getirileri olacaktır. Yükseköğretim Kalite Kurulu’nun bağımsızlığını pekiştirecek adımlara ihtiyaç vardır.

 

Yapılan tüm düzenlemelerin kalite güvencesi ilke ve uygulamalarını desteklemesi gerekir.

 

  1. Öğrenci merkezli, öğrenme temelli, öğrenme kazanımlarına dayanan eğitim yaklaşımını benimsemek sekizinci öncelikli prensiptir.

Bologna sürecinin isterleri olan

  • Odak noktanın öğreten ve öğretme sürecinden öğrenen(öğrenci) ve öğrenme sürecine kayması,
  • Öğretenin kolaylaştırıcı hale dönüşmesi ve öğrenme sorumluluğunun paylaşılması,
  • Derslerin aktif, etkileşimli yöntemlerle yürütülmesi,
  • Öğrenenlere birey olarak yaklaşılması ve onların öğrenme tarzlarının, deneyimlerinin, arka plan özelliklerinin, tercihlerinin dikkate alınması,
  • Girdilerden çok çıktılar, kazanımların öne çıkması ve tüm eğitim-öğretim etkinliklerinde öğrenme kazanımlarının açık ve net bilinmesi, titizlikle uygulanması,
  • Bilgi aktarımından çok derin anlama, eleştirel düşünme ve bilgi/ beceriyi kullanma amaçlarına yönelme,
  • Öğrenenin neyi öğreneceği hususunda daha fazla rolü olması,
  • Disiplinlerarası yaklaşımların, üst seviyedeki ve genel becerilerin edinilmesinin vurgulanması,
  • Öğrenci ders yüklerinin (AKTS) takibi ve önceki öğrenmenin tanınması,
  • Değerlendirmelerin daha çok süreç odaklı (formative), daha az sonuç odaklı (summative) olması, geri bildirimin sürekli olması

hususları vazgeçilmez ilkeler olmalıdır.

 

İşveren- eğitim planlayıcıları iletişimi geliştirilmek durumundadır. İşverenin çok yönlü, yaratıcı, analitik düşünen, kendine güvenen mezun aradığı; genel becerilerin, mesleki bilginin önüne geçtiği; disiplinler arası ve problem çözümüne yönelik eğitimin beklendiği bilinmektedir. Akademisyenlerin disiplin temelinde uzmanlık aktarımı alışkanlığı dengelenmelidir.  Programların içeriği, kalitesi ve istihdam edilebilme bilgisi öğrencilerle rutin paylaşılmalıdır.

 

Eğitimde teknolojinin yeri ve kullanımı öğrenme temelli yaklaşımları desteklemelidir.

 

İstihdam-eğitim ilişkisi ve mezunların öngörülemeyen piyasa koşullarına hazır olması gerekliliği dikkate alınmalıdır

 

  1. Araştırma, yeni bilgi üretimi ve inovasyon unsurunu üniversite kavramının ayrılmaz parçası yapmak dokuzuncu öncelikli prensiptir. Ülkenin araştırmada lider, uluslararası rekabette öncü üniversitelere ihtiyacı vardır. Bunlar devlet ve vakıf üniversiteleri olabilirler. Her üniversite araştırma üniversitesi veya araştırma öncelikli olmak durumunda değildir; çeşitlilik ilkesi çerçevesinde farklı öncelik ve kimlikler benimsenecektir. Ancak üniversite olmanın gerektirdiği sorumluluk araştırmaları izlemek, odak alanlarda uzmanlaşmak, yeni bilgi üretmek, sentezlemek, eğitim alanında araştırma yapmak, uygulamalı araştırmaları yönetmek ve sanayiye aktarmaktır

 

  1. Okullaşma oranlarını sürekli arttırmak ama bunu açıköğretim yoluyla yapmamak onuncu öncelikli prensiptir. Yüksek katılım sistemleri veya evrenselyükseköğretim (brüt yükseköğretim okullaşma oranı[1] yüzde elliyi aşan sistemler) artık orta gelir ülkelerinin büyük çoğunluğunda mevcuttur, bazı düşük gelir ülkelerinde bile rastlanmaktadır[2]. Dünya genelinde %33 olan ve her yıl %1 mertebesinde artan brüt okullaşma oranı, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde %80’e ulaşmıştır. Eğitimi yaygınlaştırma politikası sadece ekonomik büyüme (insan sermayesi temini) değil, ailelerin sosyal ilerlemeye atfettikleri önem nedeniyle de desteklenmektedir.Ülkemizde bu oran %94 gözükmekte ise de bunun sadece %50 kısmı örgün eğitimi, %44’lük kısmı açıköğretimi kapsamaktadır[3]. Okullaşma oranlarını yükseltmek uluslarararası rekabetin gereği olarak zorunludur, ama açıköğretime verilen rol yanlıştır. Ön lisans ve lisans seviyesinde çeşitlilik anlamında açıköğretim uygulamaları kabul edilebilir, ancak %44 tamamen farklı bir politikaya işaret etmektedir. Bu politika hem başlangıç seviyesindeki yükseköğretim felsefesine, hem de yukarıda vurgulanan çıktı temelli yaklaşım ilkesine aykırıdır ve ülkemize zarar vermektedir.

 

  1. Uluslararasılaşma ve uluslararası işbirlikleri konusuna özel önem vermek onbirinci öncelikli prensiptir. Uluslararası yarışmacı, cesareti, birikimi olan bireyler yetiştirmek, insan sermayesini güçlendirmek, bölgesel- uluslararası gelişmelerin içinde olmak, işbirliklerini yaymak, yukarıda verilen ilkelerin (müfredat güncelleme ve eğitim-öğretim yöntemlerindeki yeniliklerin benimsenmesi, Ingilizce yeterliliğinin arttırılması, iç kalite güvence sisteminin yerleşmesi, …) hayata geçmesini önceliklendirmek adına tüm yükseköğretim sisteminde vurgulanmalıdır.

 

 

[1] brüt yükseköğretim okullaşma oranının UNESCO tanımı “yükseköğretimin iki yıl ve üstü diploma programlarında kayıtlı öğrenci sayısı/ lise mezunu yaş grubundaki ulusal nüfus” şeklindedir.

[2] Simon Marginson, “The worldwide trend to high participation higher education: dynamics of social stratification in inclusive systems”,  High Educ (2016) 72:413–434

[3] Durmuş GÜNAY, Aslı GÜNAY, “Dünyada ve Türkiye’de Yükseköğretim Okullaşma Oranları ve Gelişmeler”, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi (2016)Cilt 6, Sayı1,13-30

Comments are closed.

yükseköğretim yönetimi, sistemleri, geliştirilmesi konularını tanıtan, destekleyen kişisel platform | www.oktemvardar.com

Yukarı ↑